Sessizlikle dikilmiş bir dünyayı hayal edelim: yas siyah bir takım elbise giyer, intikam ise dolu bir tabancayla yürür. Bu sadece bir aksiyon filmi değil—bu bir felsefe, bir ifade, kurşunlar ve kanla koreografisi yapılmış gürleyen bir bale. John Wick Benzeri Filmler listemiz sizlerle 😃
John Wick tarzı filmlerin diyarına hoş geldiniz—her yumruğun bir hikâye anlattığı, her kurşunun sanat eseri gibi işlendiği ve her adımın ya kefarete, ya intikama, ya da daha karanlık bir şeye yaklaştırdığı hikâyelere. Bu filmler sadece eğlendirmez; iz bırakır. Acı ve amaç dilinde konuşur, noir aydınlatmalarla süslenmiş ve savaşlar arasındaki derin soluklarla bestelenmiş sahnelerle.
“Barış istiyorsan, savaşmaya hazırlan.”
John Wick
Ama mesele şu ki—bir kez John Wick’in zarif yıkımını deneyimledin mi, daha fazlasını istemeye başlarsın. Kodları olan suikastçılar. Koreografisi olan kaos. Sadece aksiyonu gösteren değil, onu hissettiren sinema.
Eğer sen de bir gün, “John Wick gibi hem sert vuran hem de görsel şölen sunan başka hangi filmler var?” diye içinden geçirdiysen, doğru listeyi buldun. Tokyo metro hatlarından Seul’ün arka sokaklarına, noir klasiklerinden neon ışıklarla yıkanmış yeni yapımlara kadar uzanan bu listeyle, aynı ateşi taşıyan 15 John Wick tarzı filmi senin için derledik. Ve belki, birkaç sürpriz de içinde.
15. The Killer (1989)

Baba Yaga henüz The Continental’a adım atmamış, “John Wick” ismi yeraltı dünyasında yankılanmamışken, sahnede Ah Jong vardı—Chow Yun-fat’ın hayat verdiği, sakin ve trajik suikastçı. John Woo’nun efsanevi filmi The Killer, sadece bir film değil; her mermisi bir dize, her çatışması bir crescendo olan ağır çekim bir senfoni.
Kirli ama şiirsel Hong Kong sokaklarında geçen film, bir görev sırasında yanlışlıkla masum bir kadını kör eden bir tetikçinin, ardından onu kendi ait olduğu karanlık dünyadan korumaya çalışmasını konu alıyor. Hem trajik anlamda ironik, hem de stilistik olarak yıkıcı. O meşhur “gun-fu” sahneleri mi? John Wick’in onlarca yıl sonra mükemmelleştirdiği sinema dilinin temel taşlarını döşedi.
14. The Man From Nowhere (2010)

Güney Kore, sadece aksiyon filmi yapmaz—onları duyguyla ve yoğunlukla şekillendirir. Ve The Man From Nowhere? Bu anlayışın zirvesi. Won Bin, geçmişi karanlık bir rehin dükkanı sahibini canlandırıyor. Hayatına ışık tutan tek varlık olan küçük bir kız, organ mafyası tarafından kaçırıldığında, o adam artık biri olmaktan çıkar. Bir hayalete, bir fırtınaya, hesaplaşmaya dönüşür.
Ancak bu filmi sıradan intikam hikayelerinden ayıran şey, onun duygusal ağırlığı. Tıpkı John Wick’in kaybettiği eşi ve sevgili köpeği için dövüştüğü gibi, bu adam da yalnızca intikam değil; kefaret, ikinci bir şans, ve umut etmeyen bir dünyada huzur için savaşıyor. John Wick tarzı acımasızlık ve kalp karışımını arıyorsan, bu film tam bir başyapıt.
13. The Equalizer (2014)

Denzel Washington, sadece oynamaz—hesaplar. Satranç ustası gibi, matın kaçınılmaz olduğunu en baştan bilir. The Equalizer’da, Robert McCall adında gizemli geçmişi olan bir adamı canlandırıyor. Şimdi bir yapı markette çalışıyor gibi görünüyor. Zararsız, değil mi? Ama kitap okuyan sakin yüzünün arkasında, şiddeti saniyelerle ölçen eski bir ajan var.
Yalnızca bir kronometre ve elinin altındaki araçlarla (zımba tabancası, çivi makinesi?) donanmış olan McCall, sokaklardaki adaletsizlikle karşılaştığında, adaleti kendi elleriyle dağıtmaya başlıyor. Onu John Wick’e bu kadar benzeten şey sadece keskinliği değil, aynı zamanda ilkeselliği. Kaosa değil, dengeyi geri getirmeye geliyor—hem de ölümcül bir titizlikle.
John Wick silahlarını bir orkestra şefi gibi kullanıyorsa, McCall sıradan eşyaları şiirsel yıkımın enstrümanlarına dönüştürüyor. Bir sahne var ki, bir yapı market adeta sanatsal bir intikam enstalasyonu haline geliyor. Wick modern bir samuray ise, McCall da bir zamanlar kılıç taşıyan bir keşiş.
12. Bullet Train (2022)

Brad Pitt, Ladybug adında, yorgun ve şanssız bir suikastçıyı canlandırıyor. Japonya’da yüksek hızlı bir trende sıkışmış—ve trende, kesişen görevleri olan yediden fazla suikastçı var. İşte bu Bullet Train. Aksiyonun, absürtlüğün ve adrenalinin döner kapısı. Yönetmen koltuğunda mı kim var? David Leitch—yani John Wick’in ortak yaratıcısı.
Bu film, John Wick etkisini sadece yansıtmıyor—onu neonla işliyor. Koreografi şık, karakterler eksantrik, diyaloglar ise jilet gibi keskin ve hafif alaycı. Stil, içeriğe sızıyor; mizah, kafa patlamalarıyla çatışıyor. Dövüş sahneleri, geri dönüşlerle birlikte, 300 km hızla akıyor.
11. Wrath of Man (2021)

Jason Statham, bir sahneye girmez—onu istila eder, çelik çatlatan bakışıyla. Wrath of Man’de, zırhlı araç şirketine yeni başlayan gizemli bir çalışan olan “H” karakterini canlandırıyor. Ama bu bir iş değil—bu bir kılıf. H, maaş için değil, intikam için burada.
Stil sahibi ve keskin yönetmen Guy Ritchie tarafından yönetilen film, her parçası sırlarla ıslatılmış bir yapboz gibi açılıyor. Geçmiş izleyiciye sunulmuyor—acımasız bölümlerle birer birer kazanılıyor. Zamanlar arasında dans eden hikâye, H’nin kimliğini ve motivasyonlarını yavaşça ortaya çıkarıyor. Ve sonunda her şey yerine oturduğunda? Boom. Anında yeniden izleme isteği.
10. Nobody (2021)

Şunu en baştan netleştirelim: Bob Odenkirk, aksiyon kahramanı listemizde asla yoktu. İşte bu yüzden Nobody bu kadar tatmin edici. Hutch Mansell, sıradan bir banliyö babasıdır, hayatı bej bir rutinden ibarettir—ta ki bir hırsızlık olayı, içinde bastırılmış olan her şeyi serbest bırakana kadar.
Ilya Naishuller tarafından yönetilen ve John Wick’in de yazarı olan Derek Kolstad tarafından kaleme alınan Nobody, Wick’e sadece göndermede bulunmaz—ona göz kırpar. Rus mafyası? Var. Gizli geçmiş? Kesinlikle. Ama John Wick, köpeğini yas tutarken; Hutch, kendi kaybolmuş kimliğini yas tutar.
Yavaş yanan bir gerilim olarak başlayan hikâye, balyozlar, otobüs kavgaları ve Home Alone’un yetişkin versiyonu kadar kaotik bir ev savunma sahnesine dönüşür. Hutch, Wick kadar zarif değil belki ama en az onun kadar ölümcül—ve çok daha dengesiz. Bu sadece en eğlenceli John Wick benzeri filmlerden biri değil; aynı zamanda en şaşırtıcı olanı.
9. The Raid: Redemption (2011)

Abartı yok: The Raid, modern dövüş sanatları sinemasının mucizesidir. SWAT ekibi o meşhur Jakarta gökdelenine girdiği anda anlarsın: işler birazdan kutsal kitaplar düzeyine çıkacak. Iko Uwais, çaylak polis Rama olarak başlar. Filmin sonunda, o doğaüstü bir kuvvete dönüşmüştür.
Bir uyuşturucu baronunun kalesinde sıkışmış ve takviye almayan Rama’nın silahı sadece yumrukları, eğitimi ve hayatta kalma iradesidir. Sonuç? Aralıksız 90 dakikalık el ele dövüş sanatı şöleni. Bu film “nefes alma molası”na inanmaz; “kaburga kırma”ya inanır.
John Wick gun-fu’nun kralıysa, The Raid, yakın mesafe kaosunun vaftiz babasıdır. Her dövüş sahnesi yıkımın bir balesi, her koridor bir savaş alanı. Koreografisi sıkı, duygusal bağları güçlü ve çiğ bir gerçeklik arıyorsan, bu film kutsal kasenin ta kendisi.
8. Atomic Blonde (2017)

Bir doz James Bond, bir doz John Wick, bir doz da moda dergisi karıştır—karşında Charlize Theron’un canlandırdığı Lorraine Broughton. Atomic Blonde’da, soğuk savaşın bölünmüş Berlin’inde, entrikalar, ihanetler, kurşunlar ve baştan çıkarma arasında yolunu bulmaya çalışan bir MI6 ajanı.
Bu, sıradan bir casus gerilimi değil. Neonla yıkanmış, synth müzikle beslenmiş ve dövüş sahnelerini yeniden tanımlayan tek planlı sekanslarla güçlendirilmiş bir yapım. Özellikle bir koridor dövüşü var ki, o kadar ham, o kadar yorucu, o kadar gerçek ki, belki de Wick’in yaptığı her şeyden daha iyi olabilir. Evet, bunu söyledim.
Lorraine bir odaya girdiğinde, sadece girmez—sahiplenir. Zarafeti, ölümcüllüğüyle yarışır. Kirli dövüşür, kanar ama yine de kazanır. Eğer John Wick tarzı bir film istiyorsan ama içine Soğuk Savaş atmosferi ve ölümcül bir gardırop da eklemek istiyorsan, işte aradığın film bu.
7. A Bittersweet Life (2005)

Eğer John Wick, trajik ironiden hoşlanan bir filozof tarafından yönetilseydi, ortaya A Bittersweet Life çıkardı. Seul’ün suç dünyasında geçen film, patronunun metresini gözlemlemekle görevlendirilen soğukkanlı infazcı Sun-woo’yu konu alıyor. Ama o merhamet gösterdiği anda, hayatı operatik bir şiddete dönüşüyor.
Bu film, zarif, melankolik ve yürek burkucu güzellikte. Her kare bir tablo gibi, her replik ağırlıklı. Ve aksiyon başladığında? Acımasız, ani ve sınırsız derecede havalı. Sun-woo, gösterişli değil—etkili. Öfkelenmez—içten içe kaynar.
Filmin ismi bir metafor değil—bir teşhis. Tıpkı John Wick gibi, Sun-woo sadece öldürmez; aynı zamanda kaybettiklerine yas tutar. Bu, noir tarzının en doğru haliyle işlendiği, ekranı saran bir stile ve yumruk kadar sert duygulara sahip bir film. Wick hayranlarının mutlaka keşfetmesi gereken gizli bir cevher.
6. Deliver Us From Evil (2020)

John Wick, bir köpek için çılgına döndü diye düşündün mü? O zaman, Kim In-Nam ile tanışmaya hazır ol. Eski bir suikastçı olan In-Nam, geç kaldığında bir kızı olduğunu öğreniyor. Ve babalık sorumluluğu henüz ağırlaşmaya başlarken, kader onu alıp insan kaçakçıları tarafından kaçırıyor. Ardından gelen sadece bir kurtarma görevi değil—kan, suçluluk ve kefaretle dolu amansız bir yolculuk, Bangkok’un neon ışıklarıyla yıkanmış, yağmurla kaygan sokaklarında yaşanıyor.
Hwang Jung-min’in, asfaltı çatlatabilecek kadar sert bir azimle canlandırdığı karakterle film, her sahneyle yoğunluğunu artırıyor. In-Nam, öfkesinden dolayı intikam peşinde değil. O, bağlantı ve amaç peşinde—gerçek bir şey arıyor, bir dünyada ki onu sürekli bir hayalete dönüştürmekte. Kötü adam mı? Lee Jung-jae (evet, Squid Game’den tanıdığımız isim) tarafından canlandırılan bir yakuza infazcısı, ve sana güveniyorum, tam anlamıyla kemiklere işleyen bir karakter.
5. The Villainess (2017)

Topuklu ayakkabılar. Uçan kurşunlar. Moto-katanalar. Hayır, bu bir anime değil—bu, Güney Kore’nin en görsel açıdan patlayıcı aksiyon filmi olan The Villainess. Bir sinematik adrenalin iğnesi doğrudan kalbine. Kameranın bir fırtınanın gözüne kilitlendiğini hayal et—işte yönetmen Jung Byung-gil, her dövüşü sana baştan sona öyle POV sekanslarıyla sunuyor ki, bu sahneler geleneksel koreografi yerine ilk kişi dövüş oyunları gibi hissediyor.
Ortada Kim Ok-vin, Sook-hee olarak karşımıza çıkıyor; çocukluğundan itibaren katil olma ve ihanet etme sanatında eğitim almış bir elit suikastçı. Film, yedi dakikalık tek plan bir dövüş sekansıyla başlıyor ve o kadar yoğun ki, bu sahne John Wick: Chapter 3 – Parabellum’daki ana sahnelerden birine ilham verdi. Evet, Wick bile ondan ilham aldı.
4. Payback (1999)

Porter parasını istiyor. Sadece 70.000 dolar. Bir milyon değil. Bir servet değil. Kendi hakkı olanı. Ve eğer bunun, böyle büyük bir kan izine rağmen küçük bir rakam olduğunu düşünüyorsan, Porter’ı hiç tanımadın demektir. Mel Gibson, kararmış ruhuyla Porter’ı canlandırırken, Payback, neo-noir bir intikam hikâyesi; kir, sigara dumanı ve affedilmez bir nihilizmle dolu.
John Wick’in zarif intikam baleyinin aksine, Porter’ın dünyası çirkin, eğri ve kötü. Şiddeti sokak seviyesinde—ham, işlenmemiş ve neredeyse çizgi roman tarzı bir ironiyle yoğrulmuş. Karşısına çıkanların saçmalığına güleceksin, ta ki parçalara ayrılana kadar. Yönetmen kurgusu mı? Daha da karanlık, humoru çıkarıp daha sert ve ahlaki olarak bulanık bir hale getiren bir versiyon. Bu, bir sadeleştirilmiş suç hikayesi, bir Western ruhu ve bar dövüşçüsü yumruklarına sahip.
3. The Accountant (2016)

Ben Affleck, sadece toplama ve çıkarma yapmayan, aynı zamanda hedefleri soğukkanlı bir hassasiyetle ortadan kaldıran bir muhasebeci. Christian Wolff, bir dizi paradokstan oluşan bir karakterdir: sessiz, sosyal olarak zorlanan bir dahi, suç örgütleri için serbest muhasebeci olarak çalışan bir adam—ve boş zamanlarında, son derece eğitimli bir katil. Filmin parlaklığı, sayıların sıradan dünyasını, yüksek riskli suç ve cinayet dünyasıyla şiddetli ve içsel bir şekilde harmanlamasında yatıyor.
Kağıt üzerinde, The Accountant, gizli bir geçmişe sahip bir adamın kötü adamlardan kurtulmaya çalıştığı sıradan bir aksiyon filmi olabilirdi. Ama farklı kılan şey, Wolff‘ın karakterinin derinliği—otizmi, çocukluk travması ve dünyayı benzersiz bir şekilde görme tarzı. Bu sadece kafa vuruşları ve silah savaşları ile ilgili değil; kaosun arkasındaki matematiği anlamak ve dünyayı kimsenin göremediği bir perspektiften görmekle ilgili.
Birçok yönden, Christian Wolff, John Wick’in uzak bir kuzenidir. Wick gibi, Wolff da bir hassasiyet ve yetenek insanıdır ama silahlar ve brutal el dövüşü yerine, hesaplamalar, strateji ve soğuk, verimli şiddet kullanır. Kusursuzca ütülenmiş bir takım elbise giymiş bir vigilante’dir ve adalet arayışı sadece kötüleri alt etmekle ilgili değildir—çocukken ona yapılan zararları düzeltmekle ilgilidir. Film, hem entelektüel gerilim hem de fiziksel yoğunluk sunuyor, bu da beyin ve kasın birlikte yürüyebileceğini gösteriyor, tıpkı John Wick’in sessiz gücü gibi.
2. The Raid 2 (2014)

Eğer The Raid çiğ bir etse, The Raid 2 kan sosu ile sunulmuş bir gurme yemeğidir. Bu Endonezya dövüş sanatları başyapıtı, sadece ilk filmin yoğunluğunu artırmakla kalmaz; onu sanat seviyesine çıkarır. İlk film, yüksek oktanlı, durmaksızın yüzüne bir darbe gibi iken, The Raid 2, şiddet, koreografi ve duygunun katmanlı bir senfonisi olup, öyle bir ince işçilikle yapılmıştır ki, kabalet tarzı bir vahşet gibi hissedilir.
Bu devam filmi, ilk filmin adrenalin patlamasını alıp onu rafine ederek her dövüşü görsel bir şiire dönüştürür. The Raid 2, sadece bir dövüş sanatları filmi değil; sadakat, intikam ve hayatta kalmanın bedeli üzerine bir meditasyondur. Iko Uwais, tekrar Rama olarak, sadece şiddetli değil, aynı zamanda siyasi açıdan karmaşık bir suç dünyasına adım atar. Film, bir dizi gizli operasyon, ihanet ve şık bir dövüş koreografisi sunarken, efsanevi mutfak dövüş sahnesiyle zirveye ulaşır—öyle mükemmel bir şekilde gerçekleştirilmiş ki, aksiyon sinemasını aşan yükseltilmiş bir deneyim sunar.
1. Man of Tai Chi (2013)

İşte mesele şu—Keanu Reeves, Man of Tai Chi’nin yıldızı olmakla kalmaz, aynı zamanda yönetmenidir. Ve yönetmenlikteki ilk çıkışında, aksiyonu ruhla harmanlamakta ne kadar usta olduğunu bir kez daha gösteriyor. Yeraltı dövüş sanatları ringlerinin arka planında geçen Man of Tai Chi, Tiger Chen (Reeves ile uzun süreli bir işbirlikçisi) tarafından canlandırılan Chen Lin-Hu’yu konu alıyor; Tai Chi yeteneğine sahip, şiddet ve açgözlülükle dolu bir dünyada hayatta kalma silahı olarak dönüşen barışçıl bir dövüş sanatçısı.
Man of Tai Chi’nin güzelliği, felsefeyi ve vahşeti nasıl dengelediğinde yatıyor. John Wick’in sert intikam yolculuklarının aksine, Chen’in yolculuğu içsel bir çatışmadır—içindeki karanlıkla yüzleşip, onu yozlaştırmaya çalışan dünyada ahlaki pusulasını korumak için savaşıyor. Reeves, kötü adam Donaka Mark olarak rol alır; tehlikeli bir yeraltı dövüş ringi yöneten, Chen’i sınırlarına zorlayan ve onu kendi çıkarı için bir silah haline getirmeye çalışan gizemli bir figür. İdeolojilerin çatışması—barış ile güç—Chen’in dış düşmanlarla ve kendi içindeki şeytanlarla mücadelesine dönüşür.
“Beni öldürmek isteyenler var. Onları öldüreceğim. Hepsi bu.”
John Wick
Eğer Wick’in sarsılmaz dövüşü ve altındaki duygusal derinliği senin içinse, Man of Tai Chi aynı güçlü meditasyon ve kaos karışımını sunar—ama biraz daha felsefi bir içsel sorgulama ile. Aksiyon türünde en fazla değerlendirilmemiş başyapıtlardan biri ve Wick’in ruhani atasıdır, birden fazla şekilde.
John Wick Benzeri Filmler Hakkında Sıkça Sorulan Sorular
John Wick benzeri bir filmi ne özel kılar?
- Bir John Wick benzeri film genellikle stilize edilmiş aksiyon, soğukkanlı bir anti-kahraman, etkileyici koreografi ve intikam temalı bir senaryo sunar.
Tüm John Wick benzeri filmler suikastçılarla mı ilgili?
- Kesinlikle değil. Birçoğu tetikçilerle ilgili olsa da, diğerleri (The Accountant gibi) gizli ölümcül yeteneklere sahip ve kişisel bir intikam peşindeki karakterleri merkez alır.
Nobody, John Wick evrenine bağlı mı?
- Resmi olarak evet değil, ama aynı yazar (Derek Kolstad) ve benzer ton sayesinde, birçok hayran teorisi, her ikisinin de ortak bir dünyada geçtiğini öne sürmektedir.
Neden bu kadar çok iyi John Wick benzeri film Güney Kore’den çıkıyor?
- Güney Kore sineması, duygusal derinlik ile brutal aksiyonu birleştirme konusunda ustadır. Hikayeleri, Wick’in acı ve intikam karışımını yansıtan bir yapıya sahiptir.
Yeni çıkan John Wick benzeri filmler var mı?
- Evet! Monkey Man (2024) ve The Ministry of Ungentlemanly Warfare (2024) gibi modern yapımlar, aynı elektriksel enerjiyi taşıyan yeni filmler olarak dikkat çekiyor.